Merak etmeyin bu listede Otomatik Portakal, Kuzuların Sessizliği ya da American Sapığı gibi herkesin bildiği filmler yok. Kendi türlerinde hak ettiği değeri görmediği için ismi fazla duyulmamış, kenarda köşede kalmış yapımlardan oluşan ve gerçekten garip konuları işleyen filmleri ekledik.
Sizi baştan uyarmamız gerek: bu filmler dehşet verici sahneleri ve rahatsız eden görsellikleriyle psikolojik ve ruhsal olarak izleyiciyi zorluyor.
Ben yine de hangi filmler olduğunu merak ediyorum diyenler için başlıyoruz.
Öncelikle fare fobisi olanlar bu filmden uzak dursun. Stephen Gilbert’in Ratman’s Notebook kitabından uyarlanan film, Willard’ı canlandıran Crispin Glover’ın müthiş oyunculuğu için bile izlenir.
Film, çalıştığı yerde dışlanan ve sürekli dalga geçilen Willard’ın hayatını konu alıyor. Kendini dışa kapatmış bir sosyopat olan başkahramanımız, dışarıdaki dünyaya karşı büyük bir nefret duyar. Bir gün evindeki farelerle arasında bir bağ olduğunu keşfeder ama asıl olaylar çalıştığı yerde en sevdiği farelerden biri öldüğünde başlar. Willard artık bir fare ordusunun gücüyle tüm dünyadan intikam almaya karar vermiştir. Bu ilginç filmi mutlaka izleyin.
Son derece rahatsız edici ve izlemesi zor sahnelerle dolu sıradaki filmimiz Raw…
16 yaşındaki Justine’in tüm ailesi veterinerdir ve kendisi de veteriner olma yolunda ilerlemektedir. Veterinerlik fakültesini kazanan Justine, okuldaki ilk senesinde arkadaşlarının baskısına dayanamayarak hayatında ilk defa çiğ et yemek zorunda kalır. Toplum baskısından kaçınmak, dışlanmamak ve onlara uyum sağlamak için deneyimlediği şey, kendi içinde yatan tehlikeli bir yanı keşfetmesine sebep olur.
Fransız yapımı bu filmde hayatı boyunca vejetaryen olan birinin çiğ etin tadını aldıktan sonra ete karşı amansız bir tutku geliştirdiğine şahit oluyoruz. Artık pişmiş et bile Justine’i tatmin etmez, canı sürekli çiğ et yemek ister.
Bu tür yamyamlık hikayelerini konu alan filmler genelde Hannibal’ın etrafında dönüyor. Bu film ise olaya oldukça orijinal bir noktadan bakıyor. Aslında konusu tam olarak yamyamlık da değil. Bastırılmış bağımlılıkların zaman içinde açığa çıkması gibi alt metni daha dolu bir film olarak tanımlanabilir. Yamyamlığın yerine alkolü veya kumarı rahatlıkla koyabilirsiniz.
Quentin Tarantino’nun “keşke ben çekseydim” dediği ve filme olan beğenisini her fırsatta dile getirdiği 2000 yapımı Battle Royale ile devam ediyoruz.
Orijinal ismi Batoru Rowaiaru olan bu Japon yapımı film için Jennifer Lawrence’lı Hunger Games serisinin ve hatta Squid Game dizisinin atası diyebiliriz. Uzak bir gelecekte işsizliğin, karamsarlığın ve şiddetin had safhada olduğu bir dönemde Japon hükümeti, Japon gençlerinin gözlerini korkutmak ve çığırından çıkan şiddet olaylarını azaltmak için çılgın bir plan yapar. Bu plana göre şiddet eğilimli olan gençlerden oluşan 42 öğrenci bir adaya gönderilecek ve hayatta kalma savaşı vermek için birbirlerini öldürmek zorunda kalacaklardır.
Şimdi size sessiz sinema döneminin hemen ertesinde çekilmiş kült bir filmden bahsedeceğiz. 1932’de çekilen Freaks filmi, gösterime girdikten çok kısa bir süre sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Çünkü insanlar filme büyük tepki gösterdi. Sebebi ise tod browning’in bu filmde gerçekten fiziksel deformasyonları olan insanlara yer vermesiydi.
Filmin konusu şöyle: Bir sirkte trapez sanatçısı olarak çalışan Cleopatra, yine aynı yerde çalışan cüce Hans’a karşı romantik hisler beslemektedir. İkili evlenme arefesine geldiğinde Cleopatra ilişkisi ve duygularıyla ilgili fikirlerini başkalarıyla paylaşacak ve olaylar buradan itibaren patlak vermeye başlayacaktır. Yönetmen, sıradan insanlara benzemeyen görünüşleri sebebiyle sirkte çalıştırılmaya zorlanan ve üzerlerinden para kazanılan bir grup insanın konu alındığı bu filmle, güzellik normlarına dikkat çekmeye çalışmış ve bu cesur hamlesiyle kendi kariyerinin de sonunu getirmiştir. Çünkü bu filmden sonra hiçbir yapım şirketi onunla çalışmak istemedi. Amerikan senarist ve yönetmen Tod Browning, bu film ile çağının en cesur filmlerinden birine imza atmıştır.
Dünyanın en ilginç filmleri listesi yapıp David Lynch’i anmamak olmazdı. David Lynch’in ilk uzun metrajlı filmi olan 1977 yapımı Eraserhead, sürrealizm ve dışavurumcu akımlarını, psikanalitiği ve varoluşsal felsefeyi birleştirip oldukça soyut bir film halinde izleyiciye sunuyor.
Filmin konusu ise şöyle; Henry Spencer bir süre önce birlikte olduğu Mary’nin hamile olduğunu öğrenir ve onu evine getirmeye karar verir. Mary’nin doğumu beklenmedik bir şekilde gerçekleşir çünkü insan dışı bir yaratık dünyaya gelmiştir. Marry yaratığı görünce arkasına bile bakmadan evden kaçar ve Spencer bu şeyle başbaşa kalmak zorunda kalır.
Eraserhead filmiyle ilgili ilginç birkaç detaya değinmeden geçemeyeceğiz. Bu film David Lynch’in hayatından bolca otobiyografik izler taşımaktadır. Nasıl yani? diye soranlar için açıklayalım. Henry Spencer, yönetmenin kendi varoluşsal sancılarından, babalık korkularından ve evliliğe karşı olan gelgitli ruh halinden doğan bir karakterdir. Henry’nin saç şekli bile Lynch’inki ile neredeyse aynıdır.
İzlerken ister istemez akıllara Franz Kafka’nın Dönüşüm eserini getiren The Fly yani Türkçesiyle Sinek filmi, 1958’de Alman yönetmen Kurt Neumann tarafından çekiliyor. Daha sonra 1986’da David Cronenberg orijinal versiyonun üzerinde birkaç değişiklik yapıp filmi görsel açıdan oldukça başarılı bir hale getirip yeniden çekiyor, hatta bu film En İyi Makyaj dalında Oscar kazanıyor ama bizce yine de ilk filmin tadı bir başka…
Işınlanma üzerine çalışan hafif çılgın bilim adamı Seth Brundle ile gazeteci Veronica karakterlerinin başrolde olduğu filmde, genç kadın Brundle’ın ışınlanma anına canlı olarak tanık olmak istemektedir. Brundle ışınlanma tüpüne girip kendisini bir noktadan bir diğerine ışınlamayı başarmıştır; ancak kendisiyle birlikte tüpe giren sinekten habersizdir. Brundle’ın moleküler yapısı sineğinkiyle karışmış ve acı verici bir transformasyon sonucu bir anda ruhsal ve fiziksel olarak farklılıklar göstermeye başlamıştır. İzlemesi zor bir film olduğunu hatırlatalım.
Avusturyalı yönetmen Michael Haneke’nin Duygusal Buzlaşma Üçlemesi diğer ismiyle Kent Üçlemesi’nin 2. filmi olan Benny’nin Videosu, hazmı zor filmler listemizde yerini alıyor. “Size huzursuz seyirler dilerim.” diyen yönetmenin bu filminde, 14 yaşındaki bir çocuğun çektiği videolarla kendisine alternatif bir gerçeklik yaratmasını ve Haneke’nin bu karakter üzerinden medya eleştirisini izliyoruz.
Medya tarafından sürekli şiddete maruz bırakılan çocukların bakış açılarının neye dönüştüğüne ve neleri normalleştirdiklerine şahit oluyoruz. Filmin esas değinmek istediği tema ise “nedensiz şiddet”. Filmde Benny’nin kendi yaşıtındaki bir kıza uyguladığı şiddet ise oldukça sert ve izlemesi güç sahneler arasında yerini alıyor.
Jennifer Lopez, Vincent D’Onofrio ve Vince Vaughn’un başrolde olduğu The Cell filmi, oldukça rahatsız edici bir gerilim filmi. Psikopat bir seri katilin bilinçaltında geçen filmin konusu şöyle; yeni bir terapi yöntemini kullanan Catherine Deane, hastalarının bilinçaltına erişerek başarılara ulaşmış bir psikologdur. Bir gün komaya girmiş bir seri katilin zihnine girmesi istendiğinde çekinerek bu görevi kabul eder. Katilin zihninde acımasız ve psikopat bir serüvene şahit olur ve şimdi o da bunun bir parçası olmuştur.
Filmin görselliği, kurgusu ve senaryosu muhteşem… Neredeyse 25 yıl önce çekilmiş olmasına rağmen seneler sonrasının görsel efektlerine ve fikirlerine sahip çok enteresan bir film.
Filmin yönetmeni olan Tarsem Singh, efsanevi şarkı Losing My Religion’ın klibinin yönetmeni aynı zamanda. Tarsem Singh, The Cell’den 6 sene sonra hepimizin bildiği The Fall filmini çekerek çıtasını bir hayli yükseltecektir.
TV+ ve tabii, bir iş birliği anlaşması imzalayarak UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi ve…
TV+, Sylvester Stallone'nin başrolde olduğu popüler suç draması Tulsa King’in 2. sezon fragmanını yayınladı. Tüm…
TV+, başrollerini Luke Hemsworth ve Oscar ödüllü oyuncu Morgan Freeman'ın paylaştığı Gunner filminin yayın tarihini…
Bu yaz İstanbul'da TV+ sponsorluğunda bir açık hava sinema şöleni düzenlenecek. 9 Temmuz'da başlayacak ve…
Turkcell'in popüler müzik uygulaması fizy, yeni müzik ve magazin serisi 'Popcast'i tanıttı. Bu özel videocast…
Türkiye’nin süper içerik platformu TV+, 9 günlük bayram tatilinde izleyicilere keyif dolu seçenekler sunuyor.Her yaş…