Günümüzdeki Yozlaşmaya 70’lerden Tutulan Ayna: JOKER
Joker, önceki filmlerden oldukça farklı bir şekilde karşımıza çıktı. Christopher Nolan, Batman Dark Knight Rises filminde kötü karakter Bane’in hikayesine yer vermişti. Şimdi bayrağı Todd Phillips devraldı ve Joker filmi ile bunu bambaşka bir seviyeye çıkardı. Joker filminin yönetmeni Todd Phillips’i tanıyanlar zaten böyle bir şey bekliyordu. Son dönemlerde Hangover ve Due Date gibi komedi türüne yönelmiş olsa da toplumsal yozlaşmalarla seyircisini yüzleştirmeyi seven bir yönetmen kendisi.
-Dikkat! Bu yazı film hakkında spoiler içermektedir. Böyle harika bir filmi spoiler alıp seyir zevkinizi düşürmemek için, filmi izlemediyseniz bundan sonrasını okumamanızı öneriyorum. Tabii ki izledikten sonra yine gelin.-
Karşınızda Joker!
Todd Phillips, daha filmin başlangıç sahnesinde seyircinin nasıl bir hikayeye hazırlanması gerektiğini gösteriyor. Joaquin Phoenix’in parmaklarını ağzına götürüp güler yüz yapması sırasında gözünden süzülen bir damla göz yaşı ile Joker’in hayatına giriş yapıyoruz. Joker yani filmdeki gerçek adıyla Arthur, yoksulluk içinde yaşam mücadelesi vermeye çalışan bir bireyi canlandırıyor. Annesiyle birlikte yaşadığı apartman dairesinde hem annesinin bakımı ile ilgileniyor hem de evin geçimini sağlıyor.
Murray Franklin’in Talk Show’u ve Arthur’un Hayalleri
Arthur’un küçük dünyasında zevk aldığı aktivitelerden biri de annesiyle birlikte Talk Show izlemek. Filmin en etkileyici sahnelerinden biri de burada başlıyor. Arthur yine bir gün annesiyle Talk Show izlerken hayallere dalıp programa konuk olduğunu görüyor. Kendisinden bahsederken annesiyle yaşadığını söylediğinde izleyiciler gülmeye başlıyor. Bir yetişkin olmasına rağmen annesiyle yaşaması insanların ayıplayacağı, dalga geçebileceği bir hal olarak görülüyor günümüzde. Oysa bunun bir seçim olmadığını düşünemiyorlar. Maddi durumu yüzünden yaşlı annesi ile aynı evde kalıp ona bakmak durumunda kalan biri olabileceği ihtimali muhtemelen izleyicilerin aklına bile gelmiyor.
Günümüzde de çok karşılaşmıyor muyuz bu durumla? Mesela birkaç gün önce bazı insanları şikayet eden çevre aktivisti bir kız gündem olmuştu. Taşından toprağına her şeyini sömürdüğün için evine bir parça ekmek götürebilmek için günde 12 saat çalışmak zorunda kalan insana “Plastik kullanarak doğayı katlediyorsun ahlaksız!” demek gibi bu.
Arthur’un Komedyenlik Yolunda Küçük Düşürülmesi Size de Tanıdık Gelmedi mi?
Annesinin de isteğiyle komedyen olmak istiyor ve kendini bir şekilde sahnede buluyor. Ama stand-up şovu sırasında yaptığı esprilerle değil, ilginç gülme krizleri ile insanları güldürüyor. Gülme krizlerine çare olabilmesi için kullanması gereken bazı ilaçlar var ve devlet desteğini çektiği için alakalı-alakasız her yerde krize giriyor. İdolü olan Talk Show programının sunucusu, Arthur’un Stand Up’ından kesitler alarak TV’de gösterip onu rencide ediyor. Bu küçük düşürmenin ardından Arthur’u arayıp programa konuk olarak davet ettiklerini iletiyorlar. Tabii ki canlı olarak dalga geçmek için!
Tanıdık geldi bir yerlerden değil mi? Bundan birkaç yıl önce televizyonu domine eden bir-iki Talk Show programında da aynısı yapılmıyor muydu? Sosyal medyada söyledikleri şarkılar, yaptıkları hareketlerle dalga geçilen insanlar, bu programlara davet edilip gözlerinin içine baka baka dalga geçilmiyor muydu? Peki ya günümüzde? Bugün artık olay bambaşka bir yere taşındı. Televizyonu işgal eden bu programlar artık dalga geçilen sıradan insanlarla yetinmiyor, psikolojik sorunları olan insanlar özellikle seçiliyor. Biraz da oyunculuk yeteneği varsa tam aradıkları eleman! Sonra bu insanlar kanalların adını lekeleyecek hareketler yaptıklarında (mesela yurt dışında Türk imajını düşürmek, video çekip hayvanlara eziyet etmek vb.) tek suçlu onlarmış gibi yansıtılıyor. Oysa bu bir süreç. Hiçbir şekilde bu insanları oraya getirip sorunlarına rağmen sömürü ögesi yapmaktan geri durmayanlar suçlanmıyor. Phillips, adeta günümüzdeki yozlaşmış televizyon programlarını da izleyicinin gözüne sokuyor bu sahnesiyle.
Charlie Chaplin’in Modern Zamanları’ndan Günümüzün CEO’larına…
Thomas Wayne’le Arthur’un tanışması bir sinema salonunda gerçekleşiyor. Sinema salonunda Charlie Chaplin’in Modern zamanlar adlı filmi titizlikle seçilmiş gibi gözüküyor. Kapitalist düzenin ezici çarkları arasında sıkışan bireyi zeki bir biçimde ele alan ve pek çok ince mesaj içeren filmi izleyen zengin kesimin, bu mesajları anlamayacağı, anlasa da umursamayacağı vurgulanmak istenmiş gibi. Hoş, korkuluksuz bir döşemenin kenarında paten kayan birini hiçbir şey düşünmeden izleyip gülmek varken niye iliklerine kadar sömürdükleri kesimin kanayan yaraları üzerine düşünüp keyiflerine limon sıksınlar ki? Gerek bu bölümde gerek Thomas Wayne’in açıklamalarında zengin kesimin ezilen kesimi hiçbir şekilde umursamadığı açıkça gösteriliyor.
Sahi, hatırlarsınız… Çağımızın zirvesinde yer alan şirketlerin kurucuları/CEO’ları kendilerini bu noktaya getirenlerin, işini severek yapan mutlu çalışanları olduklarını söylerler. Peki siz hiç 3. dünya ülkelerinde bu şirketlerin ürünlerini hazırlayan insanların hatırlandığına denk geldiniz mi? Günde en az 12 saat çalışmak zorunda kalıp bu şirketleri direkt olarak besleyen insanlar acaba işlerini gerçekten severek mi yapıyor? Tabii ki bu konu da görmezden geliniyor. O kesimin sorunlarını bırakın, o kesim direkt unutturulmaya çalışılıyor.
Todd Phillips’in Alfred ve Thomas Wayne Oyuncu Seçimindeki Amacı
Önceki filmlerde seyircinin en sempati duyduğu karakterlerden biri Batman’in uşağı Alfred olmuştu. Bilgeliği, çevikliği, sadıklığı ve babacanlığı ile seyirciye kendini sevdiren karakter, Phillips’in filminde üzerimizde bambaşka bir etki oluşturuyor. Kaba ve halden anlamaz tavrıyla antipatik bir karaktere bürünüyor. Aynı şekilde daha önceki Batman filmlerinde Thomas Wayne daha karizmatik bir aktör tarafından (Linus Roache) oynanmıştı. Anlaşılan Phillips, seyirciye iletmek istediği mesajın bu tarz etkenler tarafından yumuşatılmasını istememiş. Oyuncuları ve oyunculukları titizlikle yoğurup ortaya harika bir film çıkarmış. Filmdeki ayrıntıları anlattığı videoda da bir çok yerde “2. kez izlendiğinde” diyor. Yani ilk izlenimde Joker filminin heyecanıyla bir çok ayrıntı seyircinin gözünden kaçabiliyor. 2. kez izlendiğinde bu ayrıntılar daha da belirgin hale gelip insanları düşünmeye itiyor. Belki de izleyiciyi buna yönlendirmeye çalışan Phillips, seyircinin bu filmi sadece bir aksiyon filmi olarak değil aynı zamanda sinema salonunu terk ettikten sonra çevresine başka bir gözle bakmasına yardımcı olabilecek bir araç olarak görmesini istiyor.
Joaquin Phoenix ve Todd Phillips’e Alkış
Joaquin Phoenix’in harika oyunculuğu, 70’lerin sonu ve 80’lerin başının ambiyansını, sınıflar arası çatışma ve en sonunda da izleyicilerin aklında soru işaretleri bırakan sonu ile Joker filmi, seyirciden olumlu puan aldı. Pek çok izleyicinin tadı damağında kalmış olmalı ki, film bittikten sonra bile bir ihtimal vardır diye after credits sahnesini bekledi. Ama ne yazık ki böyle ekstra bir sahne yok. Klasik Amerikan filmlerinin bitişiyle kararan ekranda bir komedi filminin son sahnesi oynanıyormuş gibi gözüküyor ama bu aslında yeni işlenmiş bir cinayetten sonraki kovalama… Kapanışı bile ayrı bir güzellikle yapan Phillips, aldığı tüm iltifatları sonuna kadar hak ediyor.